Üniversiteler Üniversal kurumlar olarak anılırlar. Bilimin öğretildiği bu kurumlara öğrenim görmeye gelen geleceğimizin teminatı gençlerimiz hem kendilerini geliştirme hem de aldıkları eğitim sonucunda devlete, millete faydalı ilim sahibi olmak için gelirler. Üniversitelerin asli unsuru ne akademisyenler ne de idari personellerdir. Öğrenciler olmazsa olmaz asli ögelerdir ve üniversitelerin temel yapı taşlarıdır.
Ne yazık ki bu hiçbir dönem böyle olmamıştır. Öğrenci dediğimiz gencecik akıllar ve taze beyinler öğrenim için geldikleri bu yükseköğretim kurumlarına adım atar atmaz daha ilk günlerde bunun böyle görülmediği, öğrencilerin etkisiz ve önemsiz oldukları kendilerine acı bir tecrübe olarak maalesef hatırlatılır. Oğlum, kızım sen ne bileceksin burada kuralları ben koyarım, şöyle yapacaksın, böyle duracaksın, adam olacaksın diye söze başlayan akademik personel ile karşılaşılır. Bu durum öğrencinin tüm enerjisini körelten, adeta geldiğine pişman eden bir yaklaşım olarak yüzlerine çarpar.
Öğrencilerin gittikleri her birimde “bekle, ilanları takip et, bilene sor, danışmanını bul” denir. Hâlbuki ortada ne danışman ne de yeterince ilgili ve alakalı bir yönetim vardır. Hal böyle olunca öğrenci, yıllarını harcadığı eğitim alma hakkını kullanmak için yaptığı bu tercihle bir anda değersiz olduğu fikrine kapılmaması içten bile değildir. Birey hayal ettiği eğitime bir türlü ulaşamaz. İç dünyasında karmakarışık bir düşünce yumağına bürünür ve gördüğü, yaşadığı durumu anlamaya, anlamlandırmaya çalışır.
Akademisyenin kendi iç dünyası o gün nasıl uyandığı, güne hangi argümanla başlayacağı bir türlü kestirilemez. Devletin ve milletin kurumu olan bu eğitim kurumları kendi içinde “ocu”, “bucu”, “şucu” gibi terimleri burada görür ve öğrenir gençler. Hele de bir siyasi seçim atmosferi ve yönetim değişikliği dönemine denk gelirse gençler adeta ortada kalır, boşluğa düşerler. Kime gitseler “evladım bekle, işim var, daha sonra gel” cümleleriyle karşılaşılır. Kendisi derse gelmeyen hocanın birleştirilmiş dersi ile karşılaşır veya “haftaya blok ders yaparız” şeklindeki bildirimine maruz kalır; oysaki derse geç kalan öğrenci anında devamsızlıktan işaretlenir. Peki, derse hiç gelmeyen veya yarım saat gibi geç gelen hocaları kime bildireceğiz? Bildirdiğimizde mimlenip derslerden mi kalacağız? Rektörlüğe gidilince “fakültene git, dekanına git, bölüm başkanına git” denerek hiçbir çözüme ulaşamamaktadır gençler.
Ahval böyle olunca milletin imkân ve parasıyla bu görev ve makamlara getirilenler ahkâm ustası olan seçkin kişilerdir. Kendi alanında yeterli puanı alamayıp devlet üniversitesini dahi kazanamayıp özel üniversitelerden mezun olmuş ya da herhangi bir üstün başarı göstermemiş kişilerin ne ALES sınavında ne yüksek lisans ne de dil puanı olmaksızın kendilerine bir lütufmuş gibi yakınları ve tanıdık büyük koltuklarda oturanlarca sağlanan ayrıcalıkla akademik camiaya katılan hocaların ego ve ihtiraslarına maruz kalırsınız.
Bunun sorumlusu kim peki? Üniversiteleri kendi çıkar ve menfaatleri için araç gören yönetenler mi, yoksa bu milletin kaynaklarını keyfi olarak kullanma, yandaş tayfa ve PR yapmak için kullanan, en nihayetinde kendi grup ve yandaşlarına iş bulma kurumu gibi çalışıp çıkar sağlamak değildir de nedir? Bu makamlara Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından millete hizmet etsin diye atananlar atanırken farklı saiklerle bin bir türlü referans bulma çabalarıyla ve “size layık olacağım efendim, siz nasıl tensip buyurursanız, görevimi en iyi şekilde yapma gayreti içerisinde olacağım, devletime hizmet edeceğim, Allah rızası için doğruyu ve hakkı üstün tutacağım” diyerek atananlar bu görevlere gelince kimseden emir talimat almam ben. Ben en iyisini bilirim. Beni Cumhurbaşkanı atadı! Diyerek atayan iradenin zıddına devlet-millet arasındaki köprü görevini bir anda unutup arka planda mensubiyet duyulan mahfil ve odakların emrine giren, yaptıklarının ve icraatlarının farkında olunmaması için her türlü yola başvuran bir kimliğe bürünmeleri ne kadar doğru?
Evet, yükseköğretim dedik ama bu yüksekliğin akıl döndürücü akademik özerkliğini anladık da ancak hiçbir mevzuatta olmayan idari özerklik icat edilmesini ve sınırsız sorumsuzluk içerisinde bu kurumların yönetilmesine anlam veremiyorum. Buna nasıl bir izah getireceksiniz?
Üniversitelerin yönetilmesi kanunda ve atanma şartları ile sınırlı olan yönetimler ne öğrenciye ne de çalışana uygun bir ortam sunmamaktadır. Şöyle ki, yönetime yakın olanların ele geçirdiği kurtarılmış bölgeler oluşturup, “benden olana hakkı hayat var”, eleştiren yanlışı dile getirene “istediğimi yaparım” mantığı ile suni ısmarlama soruşturmalar, ön kesmeler, öcü ilan etmeler nerede ve hangi kuralda anlatılmaktadır?
Bu görevlere talip olunurken ehliyet ve liyakate önem verilip verilmediği de bir muammadan öte olmadığını düşünmekteyim. Bu kurumlar kimsenin keyfi takdiri ile yönetilemeyecek kadar önemli olmalı, ya da deneme yanılma yöntemiyle “şu benden, bu benden değil, önce su akıyorken testimi doldurayım” şeklindeki yandaş ve menfaat grupları ile ihtiyaca göre değil kişiye göre iş icat edip kişilere iş imkânı sunulan kurumlara dönüştürülmesi yetmiyormuş gibi, öğrencilerin çıkarına değil bazı yakınlara sırf iş imkânı sağlamak için kullanılan bu yetkilerle işe alındıkları yetmiyormuş gibi bir de ikametlerine en yakın birimlere kadro açarak “hiç masrafa girmesinler, huzur ve refahları daha fazla nasıl artırılabilir” diye tüm çaba ve gayretlerini bu yönde kurgulayan üniversite üst yöneticileri ve etraflarında kümelenmiş bir takım gruplara hizmet etmekten genelin hukukunu değil, kendi hukuklarını tesis etmekten öteye gidilememektedir.
Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunu oluşturan ve savunan odaklar meydana çıkmaktadır. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıyla değil, oturdukları büyük koltuklara değer katmaktan uzak, oturulan makam ve koltuktan güç alan bireylerin yönetimleri de ancak vasat ve çıkar amaçlı yönetimler olduğunu düşünmekteyim. Toplum adına halka rağmen hiçbir şey yapılamaz diyen ve “biz bu millete hizmetkâr olmaya geldik” diyen bir iradenin temsilcisi olan ve her söyleminde bunu dile getiren Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a rağmen bu sistem çarkı nasıl işletilmektedir?
Gazeteci olarak ve öğrencilerin sesi olarak yükseköğretimde gözlemlediğim bazı sorunlara muhatap ve çözüm bulmayı bırakın, dile getirilen sorunlara “sen kimsin? Bize sormadan neden böyle açıklamalar yapıyorsun?” şeklinde itham ve baskılara maruz kalınabiliyor. Oysaki Anayasanın her vatandaşa eşit muamele ilkesi ve düşünce özgürlüğünü garanti altına almasına rağmen uygulamada bunu yaşatamıyoruz.
Benim de halen öğrenim gördüğüm Gümüşhane Üniversitesinde iki dönemdir rektörlük yapan sayın Prof. Dr. Halil İbrahim Zeybek’in görev süresi bu ay içerisinde dolacağından dolayı YÖK tarafından 27 Aralık 2024 tarihinde başlayan rektör adaylığı başvuruları 10 Ocak 2025 tarihinde sona erdi. Bunu duyan ve fırsat kollayan, hazırda bekleyen unvanlı kişiler rektör olma yarışında adeta sıraya girdikleri ve rektör olarak atanmak için referans arayışıyla kendilerini atattırmak için kırk kapıya ulaşıp her kapıdan bir medet bekleyerek yani “atanırsam her dediğinizi istisnasız yapacağım, siz ne derseniz o olacak” gibi sözler mi veriliyor?
Aslında mensup olmadıkları ancak şu an işleri düştüğü için asla önünden dahi geçmeyecekleri kurum, dernek ve kanaat önderleri ile yetkili ve etkili siyasi oluşumlara yakın ya da siyasi parti il başkanları ile hükümet eden milletvekillerine ulaşmaya çalışılmaktadır. Öyle hırs ve sonsuz çabalar harcanarak neden rektör olunmak isteniyor?
Aslında ateşten bir gömlek olan hakkıyla yapıldığında kimseyi öncelemeden genele hizmet için bu görevlere talip olunmadığını düşünüyorum. Çünkü lafa bakılmaz, ayinesi iştir kişinin. Şimdiye kadar gözlemlediğim kadarıyla her yönetim atanırken kendini atayan iradeye uygun genel politikalara ters düşmeden eşitlikçi ve halk ile devlet kaynaşmasını sağlayacağız deyip, göreve geldiklerinde bunun tam tersine eylem ve işlem tesis ettiklerine, yandaşlık ve çıkar amaçlı grupları içlerinde ve yanlarında barındırırken kendi yönettiklerini zannederken aslında kendilerinin yanlarındaki kişilerce yönetildiklerinin farkına dahi varamadan birçok öğrenci ve çalışanın hakkının gasp edildiği, olumsuz ve hukuksuz keyfi takdirlerle gecekondu zihniyetiyle yönetim sergilenmesine sebep oldukları basına ve haberlere konu olan, açılan ilanlara Türkiye genelinde sadece 1 kişinin başvurduğu özel ilanların ilgili kişinin göz rengini ve neredeyse ayakkabı numarasını belirtecek ilanlarla akademik personel, eş, dost, akraba ve kendilerine yakınların eşleri, kardeşleri, çocukları, ikinci ve üçüncü kayın hısımları hatta baldızlarının enişteleri gibi tamamen ikbal ve istikbal temin etmek üzere kurgulanmış yönetim şekillerinden ibaret olduğu görülmektedir.
Yeni rektör adayı olacaklardan açıkça beklentim Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanacakların atandıklarında;
1-Rektör yardımcılarının kim olacağı,
2- Dekan ve dekan yardımcılarının kimler olacağı,
3- Yüksekokul müdür ve müdür yardımcılarının, enstitü müdür ve müdür yardımcılarının kimler olacakları konusunda şeffaf yönetimin ve açık kapı politikasının gereği olarak açıklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
4- Rektör ve ekibinden olacak kişilerin birinci, ikinci ve üçüncü kayın hısımlarının üniversiteye alınıp alınmayacaklarının deklare edilmesi ve bu konuda söz verip sonradan tam aksine uygulamaların yapılıp yapılmayacağına dair açıklamada bulunmalarını açıkçası bekliyor ve önemsiyorum.
Bu sebepledir ki yönetime ve rektörlük makamına talip olanların referans arayışları içinde olmaları da ayrı bir izaha muhtaç konu olduğunu düşünmekteyim. Ben yaptım oldu ya da “şu şekilde görüneyim, şunlardan görünüp de atanayım” şeklindeki sırf atanmak için her yol mubah anlayışında olanların göreve geldiklerinde tamamen farklı uygulama içerisinde olduklarına da yıllardır şahit oluyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a liste sunanlar ve bazı kişilere referans olan etkili ve yetkili güç temsilcilerinin bu hususlara hassasiyet göstermelerini de önemle bekliyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan beklentimiz kendilerine sunulan isimlere referans olanlara da olumsuzluklar karşısında hesap verebilirlik doğrultusunda gerekli hassasiyeti göstereceğinden şüphemiz de bulunmamaktadır. Ülkemizde yönetici atamalarının tamamı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılmaktadır.
Ancak atama kararnamelerine göre atananların diğer kamu kurumlarında hizmet süresi ve gereklerine göre istendiğinde değiştirilmesine rağmen üniversitelerde basına konu olması ve aşırı şekilde uygunsuz işlem ve soruşturmalara rağmen bazı rektörlerin görevden alındığı, bazılarına ise bir şekilde dokunulmadığı da yaşanan hadiselerden görülüp anlaşılmaktadır. Bu atama yöntem ve usulü aynı olan kişilerin hakkında vuku bulan olumsuzlukların bazı odaklar tarafından örtbas edildiği ya da “iftira atılıyor” denilerek, “desinler böyle bir insan değil” şeklindeki yaklaşımlar nedeniyle veya “bu rektörün görev süresi az kaldı, süresini tamamlasın” denilerek görevde kalmaları sağlandığına olan kanaatim her geçen zaman diliminde biraz daha artmaktadır.
Somut olay ve hakkındaki iddiaların yok sayıldığı, şikâyete konu iş ve işlemlerin yerinde ve yeterince incelenmediği kanaatindeyim. Sonuç olarak devlet millet için vardır. Makam ve yetki sahiplerine tanınan ucu açık şifahi yetkiler oldukça fazladır. Özellikle üniversitelerde yaşanan personel alım ve sınavlarının merkezi ve eşit kriterler ölçüsünde belirlenerek yapılmasına, akabinde adamsendecilik ve kayırmacılığın önüne geçilmesine ihtiyaç vardır. Kamuya bir memur alırken bir standart ve sınav şartı ve mülakat varken akademik personel alımları için ilgili üniversitenin ilanında ve web sayfasında çıkılan ilanlarda hemen her gün basına akseden durumlar da mevcut ve ortada iken halen buna cevaz verilmesini de doğru bulmuyorum.
Ehliyet, liyakat ve sadakat ilkeleri hiçe sayılmamalı, devletin dini adalet olmalı. Hem camiye hem kiliseye mum yakılır vaziyette ulufe dağıtılır gibi tesis edilen kadrolaşma ve hükümetin aleyhinde eylem, fiil ve söylemlerde bulunanlara pervasızca alan açmak hangi siyasi saiklerle yapılıp planlanmaktadır?
Amacım kimseyi töhmet altında bırakmak değil, ancak geçmişte ve günümüzde diğer siyasi parti temsilcileri ve taraftarları mevcut iktidarın nimetlerinden faydalanıp bu hükümete oy verenlere zenci muamelesi yapmalarına tahammülüm de kalmayacak derecede azalmıştır.
Kendinden olmayana tahammülü bile olmayan, yeri geldiğinde vicdanlara sığınıp atıfta bulunanlara, “eşitlik olacaksa adil ve eşitler arasında tercih yapılmalı” sırf muhalefetin gönlünü almak için adalet ve hakkaniyet çiğnenerek önce sureti haktan görünüp sonra muhalefet kanadının yılmaz savunucuları olacaklara alan açılmasına da karşıyım. Ezcümle Allah en iyisini bilir. Başımıza adaletli, hakkaniyetli, dürüst, liyakatli yöneticilerin atanmasını nasip eylesin. AMİN.
Cevahir TOPALOĞLU
Gazeteci